Köşe Yazıları

Güvensizlik ve Korku Değil, Umut

Gazetecileri yetiştiren iletişim fakültelerinde toplumsal cinsiyet derslerinin okutulması ve bunun da ötesinde etiğin gazetecinin kendi vicdanında anlam bulması önemli.

İnsanlık var olduğu süreden bu yana daima etkileşim içinde olan, sosyalleşmeye ihtiyaç duyan, öğrenme ve haber alma güdüsüne sahip bir varlık. Özellikle Sanayi Devrimi’yle birlikte teknolojik çalışmalar sürecinde kitle iletişim araçlarının hayatımıza girmesi ve haberlere hızlı bir şekilde erişmemiz kolaylaştı.

Kitle iletişim araçları, içinde bulunduğumuz modern çağda verdiği mesajlarla toplum üzerinde önemli bir etkiye sahip. Enformasyonun her türlü gruba, bireylere hızlı ve aynı zamanda ulaşması, insanlar arasında haber alış-verişi, paylaşma, anında yayılma özelliği hayatımızın önemli bir parçası haline gelip doğal bir sürece büründü. Öyle doğal olmuş ki bu süreç, yaşanan binlerce olayı, anında izleyerek-okuyarak şahit oluyoruz.

Bunların arasında kadına yönelik şiddet ve cinayet haberleri de yer alıyor. Haber içeriklerinde habercilerin, gazetecilerin kullandıkları dil, fotoğraf, başlık ve manşetler bize şunu sorduruyor: “Gazetecilik haber etiği mi, yoksa prim etiği mi?” Bilhassa televizyonu açtığımız vakit özellikle ana akım medyada ya da bugün hala birçok kişiye ulaşan, herkes tarafından okunan prestijli gazetelerin ilk sayfalarında ya da sosyal medyada bunun örneklerini görmek mümkün.

Bizlere öğretilen gazetecilik alanı çerçevesinde gazeteciliğin ilkeleri arasında; bağımsız olma, nesnel olma, tarafsız olma, doğruyu söyleme gibi gazeteciliğin temel ilkeleri var. Aynı zamanda yasama, yürütme ve yargıdan sonraki dördüncü güç olarak tanımlanan basının, halk adına iktidarı denetleyen, toplumsal sorunları yansıtan olarak tanımlanır. Oysa bu öğretilenlerden ziyade basının birtakım ideolojik, maddi baskılar altında olduğu ve yeteri kadar gazetecilik ilkeleri olan tarafsızlık, özgürlük, nesnellik gibi ilkelerini yerine getirmediği görülüyor. Özellikle de medyada sıklıkla gördüğümüz cinsiyetçi haberler ve yaklaşımlar bunun en büyük kanıtı.

Kadına yönelik şiddet evrensel bir sorun olmakla birlikte bir hak ihlali niteliği taşıyor. Binlerce kadın öldürülmüş, yaralanmış, erkekler tarafından cinsel istismara uğramışken basında yer alan haberlerin tiraj, reyting uğrana mı, yoksa farkındalık adına mı yaptığı tartışmalı. Nitekim önceki yıllara bakıldığında gazetelerin üçüncü sayfalarında sıklıkla yer alan kadına yönelik şiddet içerikli haberlerin zamanla birinci sayfaya taşınmasını gerektiren unsur ne oldu?

Kadınların ölüm haberlerinin büyük puntolarla “vahşet, dehşet” gibi başlıklarla yer verilmesi, cinayet sırasında çekilen fotoğraflarda kanıt olarak yansıyan kan, bıçak, cinayete kurban giden kadının olay yerinde son nefesinin verilirken çekilmesi ve haberin gerçeklikten çıkıp hikayeleştirilerek arkası yarın gibi bir formata bürünüp okurların ilgisini çekecek hale gelmesi birinci sayfada yer almasının önemli, hatta vazgeçilmez bir unsuru haline geldi.

Ana akım görsel ve yazılı basında kadın, acınası, savunmasız, kurban, ya da ihanet neticesince “erkek haklı olduğu için” öldürülen, taciz edilen, tecavüze uğrayan kalıplarının dışına çıkamadı. Ana akım medyada yer alan haberlerde öldürülen bir kadınla ilgili bir haberin detaylanışı durumu gözler önüne seriyor: Haberde kadının sığınma evine yerleştiği, kocasının kendisine “dil dökerek” ikna edilip eve tekrar getirdiği, fakat erkeğin “ihanete uğradığı” gerekçesiyle kadını bıçakladığına ilişkin detaylar yer alıyor. Burada cinsiyetçi söylem olarak erkeğin ihanete uğraması, şiddeti gerekçelendiriyor ve haberi okuyanlarda kadının öldürülmesinden ziyade erkeğin “haklılığı” ön plana çıkıyor.

Basında yer alan bu haber birçok okur tarafından şikayet edilse de aynı habere ilişkin detaylar özellikle kadının ölüm anının sansürlenmeden, buzlama yapılmadan verilmesi, olayın dramatize edilerek defalarca medya ekranlarına sunulması, kurbanın isminin verilmesi, kadını, ailesini ve sevenlerini defalarca mağdur bıraktı. Ayrıca, haber içeriğinin izleyenlere yol gösterici, özendirici, olması ihtimallerinin hiçe sayılarak kamuya sunulması medyanın maharetmiş gibi suç unsuru taşıyan detaylar vermesi durumun vahametini ortaya koydu.

Özellikle şiddet haberlerinde habere konu olan tarafların aileleri de göz önünde bulundurularak bu hassasiyetle haber yapılması, mağdurun fotoğrafının mümkün olduğunca kullanılmaması, eğer kullanılacak ise buzlanarak verilmesi gerekir. Habere ilişkin detaylar, ölüm, kan gibi toplum psikolojisini sarsacak ve umutsuzluk yaratacak unsurlar üzerinden değil, toplumu bilinçlendirecek öğeler üzerinden verilmeli. Aynı zamanda haberi izleyen ve aynı mağduriyeti yaşayan bir kadına bu konudaki devlet politikaları, koruyucu önlemler, verilen sağlık hizmetleri, uzman görüşleri gibi içerikler yoğun bir şekilde sunulmalı.

“Devlet yine koruyamadı” şeklindeki başlıklar, aynı sorun ile yüz yüze kalan bireyleri güvensizlik ve korku ile yaşadığı şiddeti saklamaya ve dolayısıyla çaresizlik hissini kabullenmeye yöneltirken, şiddet uygulayan erkeklerin eylemlerinin sürekliliğine hizmet ediyor. Failin yargı süreci takip edilmeli, sonuçlar kamu ile paylaşılmadır. Özellikle caydırıcı olabilme ihtimali sebebiyle ağır cezalarla sonuçlanan yargılama süreçlerinin paylaşılması bir başka çözüm önerisi olarak sunulabilir.

Son olarak gazetecileri yetiştiren iletişim fakültelerinde toplumsal cinsiyet derslerinin okutulması ve bunun da ötesinde etiğin gazetecinin kendi vicdanında anlam bulması önemli.

Fatoş Bat