Kültür & Sanat

Atmaca ve Japon Balığı

Merhabalar. Ben bu enteresan çıkarımlar sunan hikâyenin yazarı Ayşe Candan Bostan. Bu hikâye benim ‘aşk’ adına kaleme aldığım ilk eser. 17 yaşındayken bir sınıf arkadaşımın yaşadığı aşkı izledim ve bunu betimlemeye, yazmaya gerek duydum. Sonrasında ortaya Atmaca ve Japon Balığı hikâyesi çıktı. Yıllardır bir sır gibi sakladığım bu eseri 2022 yılının Haziran ayında öykümü Edebiyatist Kristal Kalem Öykü Yarışması’na gönderdim bi’ cesaret! Artık okunsun, birileri böyle bir olayın yaşandığını bilsin istedim. Kasım 2022’de yarışma sonuçları açıklandı: Atmaca ve Japon Balığı Hikâyesi, Edebiyatist Kristal Kalem Öykü Yarışması/ Mansiyon Ödülü aldı. Bu yarışma yayınevi için de ilkti. Öyküler Feridun Andaç, Defne Suman, Neslihan Önderoğlu, Aysel Karaca, Fatma Burçak, Can Gazalcı ve Bahar Yaka tarafından beş ay boyunca detaylıca incelendi. Atmaca ve Japon Balığı hikâyesine, Aysel Karaca tarafından ödül takdim edildi. Yarışmaya 547 eser katıldı ve 20 eser finale kaldı. Finale kalan bütün eserler bir anı kitabında derlendi. Ödül töreni gecesinde yazarlar, kitaplarını imzaladılar. Benim için çok kıymetli olan bir deneyimdi. Atmaca ve Japon Balığı, betimlemeleri ve benzetmeleriyle bir aşk hikâyesi. Fakat bir başkasının aşk hikâyesi. Umarım, kendi aşk hikâyemi yazmama fırsat kalmadan hayat yaşamama izin verir. Sağlıkla ve sanatla kalın! Sevgiler…

Atmaca ve Japon Balığı

Geniş bir mavinin üzerine beyaz boyayı uyku mahmurluğuyla sürmüştü tanrı o sabah gökyüzüne. Gökyüzü kaldıramayacak gibiydi boyayı ama kaldırıyordu göğsünde uçan uçurtmalar için. Rüzgâr, sabah terini kurutuyordu gökyüzünün sırtında. Güneş, havlusunu alıyordu boynundan ve serin sabahlığını geçiriyordu omuzlarına. Ayakları yere değiyordu gökyüzünün. Çakıllı bir zemine, biraz kuma, biraz betona ve birçok insanın geçmediği bir asfalttaki su birikintisine. Gökyüzü bastığı yerleri hissetmek istercesine kımıldadı yerinde. Sonra olduğu yerde dönmeye başladı. Günün ışıklarıyla dans ediyordu gökyüzü, gün olsun; geceye sarsın diye.

Gökyüzünün sol kulağının arkasından bir ufak rüzgâr sebebi geliyordu asfalta doğru. Rüzgâr sebebi kahverengi; somurtkanca, ince, çelimsiz, uçuyordu bu tarafa doğru.- Bu taraf olacak olan olayların tarafı.- Rüzgâr sebebi bir Atmacaydı gökyüzünde. Kahverengisine sarılar, kızıllar, siyahlar karışmış bir boz kara Atmaca. Kanatlarında rüzgârın edepsiz dokunuşlarını hissederek uçuyordu. Atmaca rüzgârdan çekinirdi, çünkü dokunulmasın isterdi ona, o şarkılar dinlesin ufuklardan isterdi. Bir de Atmaca avlanırken bir kenara bırakırdı mertliği, çünkü mertlik gerekmiyordu avını yerken usulca. Rüzgâr sebebi Atmaca biraz uzuncaydı, gagası biraz genişçe, sesi de pek bir güzel. Çirkin bilirdi kendini yine de. Her sabah derede izlerken kendini sorardı taşlara “Bu sabah ne için?” diye. Deredeki taşlar bıkkınlıkla cevap verirdi inandırma isteğinden mahrum, “Senin için.”. Atmaca her günü böyle çekerdi gökyüzünden aşağıya.

   Kendi türünden pek bilmezdi iyilerini. Hep korkusuz, hep vahşi ve hep mi avcıydılar? Rüzgâr sebebi nasıl saldırgan olabilirdi? Olmuştu. Öğrenmişti kendi türünden olmayı zamanla.  Avını sıkıştırmayı, gözüne kestirdiğini avı yapmayı, ısırmayı, kaçırmayı, korkutmayı öğrenmişti.

Bu sabah başkaydı ama Atmaca için. Rüzgâr, arkasından itekliyordu onu bu sabah asfalta doğru. Atmaca asfalt yolun kenarında durdu bir süre bakındı. Merak etti bu çirkin, kimyasal kapkara tabakaya neden getirildiğini. Soru sorar gibi baktı gökyüzüne. Gökyüzü sanki suçunu saklayan çocuk gibi baktı Atmacaya ve dans etmeye devam etti gülümseyerek. Atmaca rüzgârı hissetti kuyruğunda. Pençelerinin altında bir kalp atıyordu sanki, heyecanlandı. Bir avı mı vardı? Hem de asfaltın altında mı? Buralarda av çok zor bulunur sanıyordu hep!

Yürüyerek bulunmazdı bu av. Gözlerini tepeden dikmesi gerekirdi, kendi gözlerine ihtiyacı vardı ve görmek istedi avını. Gökyüzüne çıktı, bir heyecan tur attı asfaltın kenarlarında. Önce bakmadı bu tarafa doğru. Kendini meraklandırmak hoşuna gidiyordu. Hep sonradan seçerdi avını. Kalbi göğsünü delecek gibi çarpıyordu o zaman.

Atmaca biraz yükseldi gökyüzünde, iyice uzaklaşıp bakarak kendini zorlamak istiyordu. Sonra aşağıya baktı. Bir kımıltı vardı asfalt üzerinde. Sanki kuru yaprak gibi, sanki sincap gibi ama sincaptan küçük, etekleri vardı eğer her ne ise o. Bir hayal bulutu gibi süzülüyordu olduğu yerde dönüp dururken.  Atmaca yaklaştı hızla.  Yenir miydi bu şimdi? Tutulur muydu? Bunu elde etmek ona iyi gelir miydi? Atmaca yaklaştı ve asfaltın sol kaldırımında durdu. Kalbi yerinden çıkacak gibi değildi de yerini yadırgıyor gibiydi. Korkuyor, atmaya çekiniyor ama coşmak istiyordu. Öylece baktı asfaltın yüzüne. Neydi bu böyle nefesini kesen, neydi kalbini yerinden eden? Neydi sırrı bu turuncu Japon Balığının? 

Japon Balığı salınarak yüzüyordu asfaltta, yağmurdan biriken bir avuç suda. Turuncu pelerini vardı sanki ve ayaklarını, ellerini örtüyordu zarifçe. Japon Balığı güneşle daha da kızıllaşıyordu sanki habersizce yüzüyordu asfaltın ortasında. Her şeyden habersiz. Bulunduğu noktadan haberi var mıydı acaba? Ya da etrafındakilerden haberi var mıydı? Japon Balığının arkadaşı da yoktu. Arkadaşları fazla sersemdi sanki, hatırlamıyordu da geçen son dakikalarını. Hep şaşkındı bu yüzden belki de. Ne yaşadığını bilmeden yaşamak yorucuydu sanki. Suyun altında esen rüzgâr sadece seni acımasızca iterdi. Suyun altında gökyüzü asla saf değildi, hep bilinmedik, karmaşık ve kırılgandı.

Atmaca, Japon Balığına daha da yakından bakmak istedi. Nasıl yüzebilirdi bir avuç suda?  Acaba üşüyor muydu suyun altında? Özgür hissettiriyor muydu su, gökyüzü gibi? Hangisi daha güçlü su mu gökyüzü mü? Hangisinin düşmanın olmasını istemezdin? Hangisi daha acımasız kavga eder seninle? Peki dakikalardır izlendiğini neden fark etmiyor bu balık? Fazla cesurdu atmacanın karşısında. Cüssesine bakmadan, o gülünç turuncu rengini salına salına bulaştırıyor asfaltın karanlık suyuna. Atmaca daha da yakınlaştı suya, göz göze gelmek istedi. Korkutmak istedi balığı. Balık neden bakmıyor hiç yukarıya? Ümidini kesmiş mi yukarıda olacaklardan? Yukarıdakiler kırmıştı belki balığı kim bilir? Güvensiz balık. Atmaca avını merhametle düşündüğünü fark etti bir an için. Olamazdı böyle bir şey! O bir atmacaydı, balığı yerdi. Hem şu kadarcık şey, “Öldüğünün farkında bile olmaz.” diye düşündü. Gagasını genişçe açtı atmaca, suya yaklaştı. Gagasının ucu suya değiyordu. Bir çarşafı deler gibi içeriye doğru batıyordu. Balığın eteklerini hissetti gagasında atmaca. Bu nasıl yumuşak bir dokunuştu böyle. Anne gibi, yuva gibi, uyku gibi, yemek gibi bir dokunuştu. Hem de o soğuk suyun altında yandığını hissetti. Atmaca kaçar gibi geri gitti. Sonra uzaktan bir kez daha baktı balığa. Hissetmemiş miydi dokunuşunu? Niçin umurunda değildi Japon Balığının? Atmaca o an balık ölsün istedi. Madem ondan korkmayacak, onu umursamayacak neden yaşıyordu? Zaten nerede olduğunu bile bilmiyordu muhtemelen! Neden olduğu yerde edepsizce salınıyordu? 

Atmaca hızla uzaklaştı oradan. Nasıl öldürebilirdi balığı yemeden? Sonra aklına ufacık oluşu geldi. Onu, ondan büyük bir hayvan ezebilirdi değil mi? Ormanın içine doğru daldı atmaca. Gökyüzü ona hafif sinirli bakıyordu bu sefer. Atmaca umursamadı. Bir aslan korkutmalıydı belki de ya da bir kurt. Asfalta doğru kovalamalıydı onları. Balığı ezmelilerdi. Korkutmalıydı. Hevesle dolaştı gökyüzünde ama gördüğü hayvanlar kovalasa da balığı ezemezdi. Asfalta doğru baktı ve yolun başında gelen bir kamyon gördü Atmaca. Bu vaziyette gülümseyebilirdi, eğer tanrı ona biçimli dudaklar verseydi, ama o zihninden gülümseyebildi sadece. Asfaltın kenarına geçti ve izlemeye koyuldu. Araba hızla geçecek ve balığı öldürecekti. Çukurdaki suyu dışarı saçacak ve Atmacanın kanatları ölümün nemiyle ıslanacaktı. O bir avcının belki de sadist sayılan mertliğini bekliyordu heyecanla. Araba yaklaştıkça heyecan yerini endişeye bırakır oldu. Saniyeler yavaş geçerken hızlanmaya başladı. Alacağı zevk sanki ondan bir şeyler koparacak gibi geliyordu. Arabayı gördü yeniden yolun başında. Motorun sesini duymak öyle sinir bozucuydu ki ormanın sessizliğinde. Atmaca arabanın fikri varmış da vazgeçirebilirmiş gibi ikna etmeye çalıştı arabayı zihninden. Araba ikna olmadı. Atmaca sanki sıkışmış gibiydi, korkmaya başladı. Daha sonra kanatlarını kocaman açıp arabanın camına yükseldi. Araba birden sarsılmaya ve yolda zikzaklar yapmaya başladı. Ha geldi ha geliyor derken çukurun yanına değdi tekerlek ve suyun bir kısmı dışarı sıçradı. Atmaca cama çarpan aciz bir hayvan taklidi yapmayı, yalan söyleyen insanlardan öğrenmişti. İnsanlar taklit etmeyi çok seviyorlardı. Atmaca hızla havalanıp asfaltın yanında durdu. Gördükleri öylesine sinir bozucuydu ki! Atmaca balık için arabanın önüne atlamış ve mertliğini bir kenara bırakıp taklit yapmıştı. Aynı bir insan gibi! Tiksindi kendinden! “Değmeyecekmiş demek ki” dedi bir an için. Sonra suya baktı. Balık eskisi gibi değildi sanki, biraz daha yavaş hareket ediyordu. Turuncusu bazen su yüzüne çıkıyordu. Suyu azalmıştı. Atmaca sinirinin yerini acımasızlığa bırakmasını keyifle bekledi. Balık onu hala umursamıyordu. Arabanın önüne atlamıştı. Susamıştı tabii. Birikintiye yaklaştı yavaşça ve gagasını soktu suya. Balık susuz kalacaktı ve onu yemeden yavaş yavaş öldürecekti. Suyu içmeye başladı ama suyun tadında sanki acı vardı. Acı olan şey aslında su muydu yoksa vicdanı mı? Nasıl yutamıyordu o suyu?!Ruhu acıyordu. Bu öylesine korkunç bir acı ki kaçmak istemedi. Savaşmalıydı. Atmaca suyu geri bıraktı gagasından.

Dalgalanan birikintiyi izledi yavaşça. Balık, yine o neşeli, hayat dolu turuncusuyla raks ediyordu sanki turkuaz dipleri olan bir gölde. Balığın hayallerinde hep o göl vardı. Turkuaz suları, turuncusuna can katacaktı. Orada yüzecek, taklalar atacaktı. Bu düşü günde binlerce kez görüyordu. Sonra unutup yeniden görüyordu.

Atmaca artık bakışlarındaki yumuşamayı gizleyemez oldu. Gökyüzünün onu neden buraya ittiğini anladı. Anlaması zor değildi de kabullenmesi zordu. Atmaca bu umursamaz, ufacık, egoist Japon Balığına bir yer vermişti içinde. Kalbini kovar gibi kaldırmıştı yerinden ve zihnindeki her şeyin ipini ellerine dolamıştı balığın. İstiyordu ki gagasını sadece onun yüzgeçleri okşasın. Rüzgâr onun sıcaklığını versin göz pınarlarına.

Hangisi daha acımasızdı? Gökyüzü mü, su mu? Hangisinin düşmanı olmasını istemezdi? Hangisi daha güçlüydü şimdi? Atmaca bir an yerini bulmuş gibi hissetti. Sorularının cevapları öyle ağırdı ki ruhuna, uçamazdı eğer cevaplarsa. Sırtını döndü sorulara. Aşık mı olmuştu bu çirkin Japon Balığına? Hey tamam ısırma! Güzel balığa… her neyse işte!

Atmaca idrak ettiği her şeyin ağırlığını kanatlarında hissetmeye başladı. O göklerin korkusuz, vahşi ve mert kuşuydu. Japon Balığı ise nereden geldiği belirsiz, inci tanesi kadar değerli bir tutkuydu.

Atmaca onu etkilemek istedi, gözlerini yukarıya kaldırsın ve ona baksın istedi. Japon Balığı ona âşık olsun istedi. Nasılların hiçbir önemi yoktu. Olurdu işte. Balıkla yaşardı bu asfaltın kenarında, orada kalırdı artık. Bir yuva yapar ve onunla yaşardı. Her sabah yanında uyanır her gece ona şiirler okuyarak uyuturdu onu. Şiirler tabii ya! Atmaca her gün dağın eteklerinden şiirler duyardı. Ezber etmişti çoğunu. Japon Balığı bilir miydi muhtaçlığın şiirini? Acaba hiç şiir bilir miydi?

Atmaca boynunu uzunlaştırdı. Sesini temizleyen bir şarkıcı gibi. Sonra dilinin döndüğünce şiirler okudu balığa. “Mecburum!” dedi. En içten çaresizliğiyle. Balığa baktı hevesle. Acaba duymamış mıydı? Suyun altında duyulmuyor muydu istekler? Bağırarak tekrar okudu Atmaca şiirini. Balık yüzünü hiç yukarı kaldırmıyor, sanki onu yok sayıyor, duymaktan kaçıyordu. Atmaca içinde endişe hissetti. Ya onu hiç göremezse balık? Ya hiç farkına varamazsa? Ya da kırgınsa ona, onu öldürmek istedi diye? Affettirirdi kendini. Yemin olsun affettirirdi!

Atmaca son çare bir şeyler söyledi balığa. Yine dilinin döndüğünce. Vahşiliğinin el verdiği kadar.

“Benim güzel düşüm. Bu günüm sana hediye olsun istiyorum. Beni affet. Beni gör istiyorum. Seni nasıl sevdiğimi bir bilsen! Kanatlarımdan vazgeçerim senin için. Yeter ki beni gör. Ellerini tutmak istiyorum seni incitmeden, sıcağında demlenmek istiyorum gün batımında. Seni seviyorum Balık. Rüzgarımdan çok seviyorum seni.”

Balık nerden anlar bir atmacanın aşkını? Bilir mi geride bıraktığı tüm benliğini? İnanır mı ona? Atmaca sözlerini bitince suyun yüzünde batmakta olan güneşe burukça gülümsedi. O an balığın gözleri ile buluştu gözleri. Balık öylece durup Atmacaya bakıyordu. Atmaca içinde kabaran mutlulukla gülmek istedi. Duyduğunu, cevap vereceğini düşündü. Ya o da sevdiyse? Bana aşıksa o da? Affeder mi beni? Bekledi ve balığın gözlerinin yavaşça onun gözlerinden uzaklaşmasını izledi.

Atmaca suyun yüzünde sanki ölüm görmüş gibi uzaklaştı. Korku ve çaresizlik sardı her yerini. Atmaca geceye saran güneşi yanaklarından veda edercesine öptü ve havalandı.

 Rüzgâr silerken gözyaşlarını, Atmaca fısıldadı dostuna “Bu kadardı. Beni unuttu şimdi…”

Ayşe Candan Bostan

aycandanbostan75@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir